İzmir’de geceler uzun, sabahlar tedirgin.
Saat kaç olursa olsun, belediye başkanlarının uykusu hafif. Çünkü her sabah aynı soruyla uyanıyorlar:
“Bugün kapıyı kim çalacak?”
Bir zamanlar sandıkla gelen irade, bugün gölgesiyle sınanıyor.
Kayyum kelimesi artık yalnızca Doğu’nun, Güneydoğu’nun meselesi değil.
Ege’nin mavi göğünde de dolaşıyor bu karanlık siluet.
Kimse yüksek sesle konuşmuyor ama herkes biliyor.
Koridorlarda fısıltı var, odalarda dosyalar kabarık.
Bir imza, bir soruşturma, bir talimat…
Ve sabah gazetelerinde tek cümlelik soğuk bir haber:
“Görevden alındı.”
Gölge adam işte tam burada ortaya çıkıyor.
Ne seçildi, ne tanındı.
Ama yetkisi var, mühürü var, kapıları açan anahtarı var.
Sandığın anlattığını değil, merkezin uygun gördüğünü temsil ediyor.
İzmir alışık değil bu havaya.
Bu şehir direnişi sever, iradeyi sever, seçtiğini sahiplenir.
Ama korku sinsidir; önce sessizliği sever.
Belediye başkanları konuşmuyor, meclis üyeleri temkinli, bürokratlar “imza atmadan önce iki kere düşünür” oldu.
Çünkü mesele artık hizmet değil.
Mesele asfalt, park, sosyal proje değil.
Mesele koltukta kalabilmek.
Kayyum, yalnızca bir idari karar değildir.
Kayyum, seçmenin iradesine düşen gölgedir.
Ve gölge büyüdükçe demokrasi küçülür.
Bugün İzmir’de herkes aynı kabusu görüyor:
Sabaha kayyumsuz uyanabilecek miyim?
Gölge adam izliyor.
Sessizce, sabırla…
Ve biz hâlâ ışıkları açık bırakmazsak,
o gölge şehrin üstüne çökmek için hiç acele etmeyecek.